Настройки: Разшири Стесни | Уголеми Умали | Потъмни | Стандартни
BARBA ANASTASIY
web
I.
Masanın etrafında
tuzla dolu, gıcırdayan çuvallara oturmuşuz-
kadınları, deniz analarını ve motorları tartışıyoruz.
Kadim pantolonunu yamamakta kaptan,
bıyığını kemirerek,
kınnabı tükürüklüyor
ve kızmış bir şeye, homurdanıyor.
Şarap tası dolaşıyor elden ele.
Kendi acılar yudumunu
yutmaya yazgılı herkes
bu dünyada.
Karanlıktan balkı sızıyor.
Ağustos ayı.
Gümüş istavrit sürüsü
parlıyor pırıl pırıl yıldızların arasında.
Böğürtlen yaprağı altına yatmış rüzgar
iç geçiriyor derinden, rüyasında...
II.
Barba Anastasiy,
şu kambur şeytan-
dedi ki-
biz tatlı tatlı uyurken
kendisi balkabağına
sabah erkenden yunus sütü sağmış
kahvaltıdaki paparamız için.
Doğru mu söylüyor?
Tanrı yalancının cezasını versin!
Kamburunu kazanda eritsin!
Gözlerindeki kedi kıvılcımı ele verdi onu.
Ele verdi ve köşeye sindi.
Barba Anastasiy
mızıkasını çıkardı.
Küflü parkesinin yeniyle
sildi nikeli.
Kamburlaştı, bir nala benzedi.
Barba Anastasiy -
anlaşılır gibi değil hani-
ağlıyor mu, çalıyor mu...
III.
Pamit şarabıyla dolu olan tas
dolaşıyor masayı yeniden.
Gür sakallara akıyor şarap damlacıkları.
Bir parça ekmekle kızarmış balığı
kolaçan ediyor ay dalların arasından.
Paçavrayı ve kınnabı itmiş tekmeyle,
horluyor kaptan,
yönetimini tasarlıyor yarın sabahki avın.
Bir sancak aslında şölen sonunda bir yana atılan
yamanmayan yarasıyla kalan eski pantolon.
Mızıka ışıldıyor sadece
Barba Anastasiy’in avuçlarında.
Kuduz mu acaba yüreğinde taşıdığı?
Kim bilir!?
Ağlıyor mu desem,
çalıyor mu desem...
© Yordan Krıçmarov
© Kadriye Cesur,
Bulgarcadan çeviren
=============================
© E-magazine LiterNet, 25.07.2009, № 7 (116)
|